Ana içeriğe atla

Perşembe Günü

İnsana çok da fazla boş zaman gerekmiyor aksi halde blog yazmaya başlıyor. Çocuk mu yapmalıydı?

Yüzümdeki lekeler ne yapsam geçmedi ya da ben sivilcelerimi kazıyıp durduğum için ne yapsam fayda etmedi. Alın yazımın olması gereken yerde yaralar olduğu için mi bu aralar hayatım durduğu yerde beklemeye devam ediyor yoksa daha anlamlı bir noktası var mı bu durağın? Günümü melankolikleştirmeye bayılıyorum, peki bugün niye daha hüzünlü? Boş zaman, her şey boş zamanlar yüzünden. 

Karın yağışını izledim, lezzetli bir sandviç yaptım ve bitki çayımla romantik komedi izledim. Gece gördüğüm freudyen rüyaları düşünmedim ve defalarca içine dalıp çıkmadığım havuza neden ablamı da sürüklediğime kafa yormadım. Kedim masamda uyurken onu izledim ve iyi müzikler dinledim.

Neden bir yanım aşırı huzurlu diğer yanım cehennem? Her şey boş zamanların suçu. Boş zamanlar yüzünden anlıyorum kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey olmadığını. Zıt kelimelerin gereksizliğini ve balkon parmaklıklarının trajik bir ölüm için pek estetik durmadığını. Çocuklarla konuşmaya yeniden başladım, onları umursayan yanım nefret edenden fazla ve keşke onların ve benim bazı yaşanması gereken yılları atlama şansımız olsaydı. Ben aynı yılları yeniden ve yeniden yaşamak için mi öğretmen oldum? Tabii ki, bir gün kendimi bulup adımı bile sormayacağım. Neden karşıma alıp onlara bu yaşama acısının geçmediğini söylemiyorum, inlemeniz şimdi başlıyor. Şuan şaşırıyorsunuz, sonra alışacak ve ardından görmezden geleceksiniz. Belki şanslıysanız doktoraya hazırlanır ya da daha mı iyisi intihar edersiniz. Ama şimdi, yalvarırım başımda beklemeyi kesin!

Hiç olmadığım kadar neşeliyim, zıplayıp duruyorum koridorlarda. Neşeliyim, umutluyum ve artık daha konuşkanım. Sürekli şaka yapıyorum ya da birilerine yardım ediyorum. Evim sıcacık ve kıyafetlerim ütülü. Bu odada bir köpek öldü, bir kedi yaşadı ve ben berabere kaldığımızı ummak istiyorum hayatla. Oysa hayatı romantize etmezsem göreceğim ki skor yok. Telafi etmek diye bir şey de yok. Ben mağlubum ve galip kimse de yok.

Biri çıkıp değmese hepimiz istediğimiz hayatları yaşar mıydık gerçekten? Ben değmeden geçsem şu kalabalığın arkasına, ne izlesem ne katılsam. Ne gitsem ne kalsam. Oysa olmaz, keyifle heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatacağım sürekli. Güldürüp güleceğim. Kendimi onarıyorum ve bundan utanıyorum işte. Bu odada bir köpek de öldü nihayetinde. 

Yapmam gereken her şeyi yaptım bugün. Saatlerce ders çalıştım, film izledim, mutfağa girip kendimi doyurdum, kitap okudum ve hatta yüzümü iki defa yıkadım. Yapmamam gereken hiçbir şeyi yapmadım. Sevmediğim birini öpmedim, annemi dinlemediğimi belli etmedim ve kendimi kandırmadım. 

Keşke bir de balkonu yıkasaydım...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şamlılar Pastanesi Yıkılmış

Burada çalışmak istemezdim. Herhangi bir zincir kahvecinin bol şuruplu adını bi türlü ezberleyemediğim kahvesini yudumlarken, üniversitedeyken gittiğim o epey uzaktaki pastaneyi özlüyorum. Orda olmak, çay sevmediğim halde çay içmek, çalışmamın sonunu bir Türk kahvesiyle taçlandırıp epeyce eski kasada hesabı ödeyip çıkmak istiyorum. Kimsenin çok bilmediği arka bahçesinin duvarlarındaki seramik kırıklarından yapılmış bezemeyi görmek, demir işlemeli sert sandalyelerde oturmak ve gazoz içmek istiyorum. Şamlılar pastanesinin matruşka misali iç içe olan ve kapılarla ayrılmış ama bir yandan da pek ayrı hissettirmeyen içerisinde oturmak ve pastane sahibinin abisinin yaptığı manzara resimlerine bakmayı arzuluyorum. Sahibini hatırlıyorum, ince uzun yapılı, uzun bacaklı, sakin mizaçlı, müşterileri -misafir mi demeli- güler yüzlü karşılamaları vardı. Geçen yıl gitmiş miydim ben oraya? Geçen yıl bugün yıkılma ihtimali yoktu, çok üzüldü mü acaba? Yoksa kırk yılı aşkın bir mirası hakkıyla göğüslemeni...

"Sadece Mutsuz İnsanlar Sayar" ya da Prozac Esnemesi

Üniversitede sanat tarihine giriş dersinde hoca tüm sanat tarihini bilmenin insan kapasitesinin çok üstünde olduğunu söylemişti. Ben bugün bunu biraz daha arttırıp yaşamanın ve acı çekmenin de insanın sınırlarını çok aştığını söyleyeceğim.  İnsanın aklını kaybetmesi bir anlık, insanın aklını başına toplaması da. Yine nefes alamıyorum ve yine yanımda bitki çayı tütüyor. Yine ateşim var ve yine gözlerim yanıyor. Kaderci değilim ama insanın alnına, avuçlarına, göğsüne ve bilhassa karnına yazılan yazılar var işte. Benimki kaygı bozukluğu, alerjik astım ve nane çayından oluşan bir çeşni, kabulleniyorum. Ek olarak bir de yapılacak listeleri vardı, ben 29 yaşında kendini kocaman bir kontrol sayfasına çevirmiş bir kadın olarak bu satırları yazmaya devam ediyorum. Ama Bıçakçı'nın da dediği gibi sadece mutsuzlar sayar, ben bunun yanında kendimi de değiştirebiliyorum.  Geçen ay tüm yapılacak listelerimi çöpe attım, uzun uzun yazdığım 35'inde Uygar nasıl biri olmalı mektuplarını yırtıp m...