ve tabii bende de...
Puslu bir kahve içiyorum, ben mi kötü süzdüm yoksa kahvenin kendisi mi bu? İçten içe hayata karşı da aynısını hissettiğimi tüm umutlu insanlara bildirmeyi bir borç bilirim. İşler büyüdükçe kötüleşmiyor, zaten hep kötüymüş. Yetişkin olmak vergi ödemek, taksit vermek, çiçekleri düzenli sulamak ve pişman olurum korkusuyla dövme yaptırmamakmış. Daha söylenecek çok şey var, yetişkinlik aynı zamanda tüm bu kötü şeyleri o kadar da kötü görmemek demekmiş. Ve en değerli olan melankoli hissini kaybedip gerçekten üzücü şeylere üzülmek de olabilir. Ben melankolimi kaybetmemek için büyümüyorum. Melankoli her zaman lüks hissettiriyor ve selenyum eksikliklerinden ya da mr randevularından muaf olabiliyorsun. Dünyanın en güzel hissi hala yere dökülen saç tellerini görmezden gelmek ve kirli ayakkabılarla kitapçı gezebilmek.
Fakat bazen karşı cepheye de geçiyorum. Ekonomi videoları izliyor ve yeni bir dünya savaşından korkuyorum. Oysa genelde tam aşkı bulduğum vakit kanser olacağımı hayal eder ya da harika öyküler yazıp ödüllere layık görüleceğimi tüm gece düşlerdim. Yalnız ödülü de almaya hiç gitmezdim bu ihtimallerde, bu benim görece medeniyete ve sisteme inanmama eylemim olabilirdi. Hoş, yazmak en medeni uğraş olduğu halde ve adımın anlamını bile görmezden gelerek. Bu cephede böyle hayaller yok, bu cephede göğüs göğüse vuruşmuyorsun. Çoğu zaman ya kuyruğunu bacaklarının arasına alıp kaçıyor ya da görmezden geliyorsun. En kötüsü de aslında gerçekten değeri olmayan şeyleri değerli görmeye başlıyorsun. Bu cephede halk hikayelerindeki cesur kadınlar yok, büyücüler ve şifacılar sanki hiç yürüdüğümüz yollardan geçmemiş. Kimse lanetlenmemiş ve kimse kutsanmamış. Hepimiz buzdolabı fiyatlarından dem vuruyoruz.
Şımarık davranıyorum ve hoşuma gidiyor. Bir parça kibir varsa bu melankolinin lüksünden geliyor. Geçenlerde yolda ezilmiş, defalarca üstünden geçilmiş bir ibibiğe rastladım. Bir ibibiğe en fazla yaklaştığım an onun bir ibibiğe en fazla benzemediği bir andı. Kağıt gibiydi, iki boyutlu hatta kuruydu. Sarı siyah tüyleri tozlanmıştı ve gözleri yoktu. Araba sürerken bir defa önümden kuşlar uçmuştu, gereksiz kavisler çizerek yeni bir antidepresan döngüsünden kurtulmaya çalıştım. Kuşların bir planı var dedi arkadaşım. Kuşların bir planı var ama senin yok. Düz sür işte. Eğer kuşların bir planı olsaydı eminim ki o iki boyutlu güzel ibibik en iyi planı yapardı. Yapmamış. Ben de bir yetişkinler cephesi üyesi olarak ibibik kuşundan bir tüy almak istedim ki bu mezar hırsızlığına girerdi ve tabii sanat tarihi öğrencisi olduğum için bağlamdan da pek uzak olmazdım. Yapmadım, sarı siyah bir kağıdı yolun kenarına koydum ve kuşların bir planı olmadığını öğrendim. Yetişkinler cephesinde ibibik ölülerine kimse bakmıyor, bu cephe hayvanların ölümünü çocuklar görmesin diye kıvranılan bir cephe. Bu cephede masalar, ayakkabılar, tekerlekler ve ibibikler hepimiz acı çekiyoruz. Ama şükrediyoruz. Bazen kendi hayvan ölülerimizi poşete koyuyor ve çöp kamyonunun gelmesini bekliyoruz.
Sıkılıyorum, güçlü hissediyorum, ağlıyorum, aynı şarkıyı defalarca dinliyorum. Tüm duyguları hissetmeye hala hakkım var, tüm duygulardan kaçma hakkım var. Kendim hakkında o kadar çok düşünüyorum ki kendimin garip bir karikatürü olmama az kala bir yerde bile hala iyi hissediyorum. Oysa ben de geçen indirimli nevresim takımı baktım, değil mi?
*Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok / Erich Maria Remarque
Yorumlar
Yorum Gönder