Ana içeriğe atla

Ahmet Hasim'in Baktıgı Nehre Bakıyoruz

Bıçakçı bir kitabında bir yeri sevmemenin kendini çok sevmekle ilgili olduğunu yazmıştı. Bunun benim için geçerli olduğunu sanmıyorum. Cizre'yi sevmememin benimle alakası yok. O tek başına, kemikleri kırılmış; derisi yüzülmüş.*

Bu nehrin karşısında bir videom var, geldiğim ilk zamanlar. O zaman Haşimle aynı nehre baktığımı bilmiyorum. Cizre'yi ne kadar beğendiğimi anlatıyorum gülerek, o tarihten yaklaşık bir yıl sonra yine aynı nehri gözlüyorum ve Haşim'in bu nehre baktığını öğreniyorum. Bu defa burayı hiç sevmediğimi geçiriyorum aklımdan.
 
Ben burada, yanımda ve karşımda olan, akan ve aktıkça gürleyen, kirli sularında azamet sakladığını düşünen yüzlerce suyun içinde ve dışında yürüdüğüm geceler yaşadım. 

Şairane olmayan şeyler vardır, bence Dicle de onlardan biri. Ama bu kış kimle o nehrin kenarında yürüdüysek aynısını dedi. "Ahmet Haşim'in Baktığı Nehre Bakıyoruz." Sanki insanlar ve nehirler ağız birliği yapmış. 
Orda görünen ama gerçekte orda olmayan şeyler var, yüzyıllar önce oradan ayrılmışlar hatta. Ben Haşim'le aynı nehre baktığımıza inanmak istiyorum ama inanmıyorum. Onun nazarı da suyla akıp gitti ve bizim bugün baktığımız ancak kaderin ağzında çalkalayıp tükürdüğü bir parça olabilir. Ama yürüdüğüm insanlar aynı nehre baktığımız konusunda delicesine ısrarcı.

Benim şehrimden de bir nehir geçiyor, aynı bu nehir gibi çocuklara ismi veriliyor ve çocuklar bu nehirlerde yüzerken ölüyorlar. Onun hakkında bu kadar düşünmedim hiç, belki onu sevmeye bu kadar muhtaç değildim. 

Gece henüz genç ve ben daha yirmi beşimdeyim. Yine de kaderimi bulduğumda, bu noktaya koca bir çarpı atacağım. Sanki bu kısımdaki her şey şuan olduğu gibi olmamalıydı. 

Üstümde yürüyorum. 
Bu nehir göğsümde kollarına ayrılıyor 
ve 
Başımın üstünden denize dökülüyor düşüncelerimle. 

Ben bugün kendimi boğabilirim 
Bir nehirde yahut takım elbiseli adamların içinde.

* Saman Sarısı / Nazım Hikmet

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şamlılar Pastanesi Yıkılmış

Burada çalışmak istemezdim. Herhangi bir zincir kahvecinin bol şuruplu adını bi türlü ezberleyemediğim kahvesini yudumlarken, üniversitedeyken gittiğim o epey uzaktaki pastaneyi özlüyorum. Orda olmak, çay sevmediğim halde çay içmek, çalışmamın sonunu bir Türk kahvesiyle taçlandırıp epeyce eski kasada hesabı ödeyip çıkmak istiyorum. Kimsenin çok bilmediği arka bahçesinin duvarlarındaki seramik kırıklarından yapılmış bezemeyi görmek, demir işlemeli sert sandalyelerde oturmak ve gazoz içmek istiyorum. Şamlılar pastanesinin matruşka misali iç içe olan ve kapılarla ayrılmış ama bir yandan da pek ayrı hissettirmeyen içerisinde oturmak ve pastane sahibinin abisinin yaptığı manzara resimlerine bakmayı arzuluyorum. Sahibini hatırlıyorum, ince uzun yapılı, uzun bacaklı, sakin mizaçlı, müşterileri -misafir mi demeli- güler yüzlü karşılamaları vardı. Geçen yıl gitmiş miydim ben oraya? Geçen yıl bugün yıkılma ihtimali yoktu, çok üzüldü mü acaba? Yoksa kırk yılı aşkın bir mirası hakkıyla göğüslemeni...

Perşembe Günü

İnsana çok da fazla boş zaman gerekmiyor aksi halde blog yazmaya başlıyor. Çocuk mu yapmalıydı? Yüzümdeki lekeler ne yapsam geçmedi ya da ben sivilcelerimi kazıyıp durduğum için ne yapsam fayda etmedi. Alın yazımın olması gereken yerde yaralar olduğu için mi bu aralar hayatım durduğu yerde beklemeye devam ediyor yoksa daha anlamlı bir noktası var mı bu durağın? Günümü melankolikleştirmeye bayılıyorum, peki bugün niye daha hüzünlü? Boş zaman, her şey boş zamanlar yüzünden.  Karın yağışını izledim, lezzetli bir sandviç yaptım ve bitki çayımla romantik komedi izledim. Gece gördüğüm freudyen rüyaları düşünmedim ve defalarca içine dalıp çıkmadığım havuza neden ablamı da sürüklediğime kafa yormadım. Kedim masamda uyurken onu izledim ve iyi müzikler dinledim. Neden bir yanım aşırı huzurlu diğer yanım cehennem? Her şey boş zamanların suçu. Boş zamanlar yüzünden anlıyorum kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey olmadığını. Zıt kelimelerin gereksizliğini ve balkon parmaklıklarının trajik bir ö...

Bir Albüme Sığdırmalık

Benim için en keyifli eylem "almak" değil, aksine ne zaman mutsuz ve değersiz hissetsem kredi kartım cüzdanımdan fırlar, hoplaya zıplaya tanımadığı post cihazlarına kendini sıkıştırır. Aksine bir şeyler atıyorsam ve evin önünde sırayla çöp poşetleri oluyorsa bilin ki ben iyileşmiş, yeni kararlar almış ve hatta mutluyumdur da.  Bu ara hem alıp hem atıyorum. Şimdi hangisiyim? O gün markette öylesine gezerken tam istediğim gibi bir albüm buldum, ailemin gençlik fotoğrafları ve benim çocukluğum için. Hiç sığmaz sandığım fotoğraf topu topu elli tane bir şeymiş. Çok ama çok güzel fotoğraflar, babamın müdür koltuğunda gülümsemeden oturduğu müşkülpesent hali ya da annemin boynundaki ine oyalı fularıyla endam etmesi. Benim yün takımlarımla ve tepeden toplanan saçlarımla dişlek dişlek güldüğüm nice sevimli fotoğraf. Abim, ablalarım, hatta dayım ve büyük annem. Hayatımın en güzel fotoğrafları ve hayatımdakilerin en güzel fotoğrafları sadece birkaç sayfaya sığdı.  Ben de kendi fotoğrafla...