Bıçakçı bir kitabında bir yeri sevmemenin kendini çok sevmekle ilgili olduğunu yazmıştı. Bunun benim için geçerli olduğunu sanmıyorum. Cizre'yi sevmememin benimle alakası yok. O tek başına, kemikleri kırılmış; derisi yüzülmüş.*
Bu nehrin karşısında bir videom var, geldiğim ilk zamanlar. O zaman Haşimle aynı nehre baktığımı bilmiyorum. Cizre'yi ne kadar beğendiğimi anlatıyorum gülerek, o tarihten yaklaşık bir yıl sonra yine aynı nehri gözlüyorum ve Haşim'in bu nehre baktığını öğreniyorum. Bu defa burayı hiç sevmediğimi geçiriyorum aklımdan.
Ben burada, yanımda ve karşımda olan, akan ve aktıkça gürleyen, kirli sularında azamet sakladığını düşünen yüzlerce suyun içinde ve dışında yürüdüğüm geceler yaşadım.
Şairane olmayan şeyler vardır, bence Dicle de onlardan biri. Ama bu kış kimle o nehrin kenarında yürüdüysek aynısını dedi. "Ahmet Haşim'in Baktığı Nehre Bakıyoruz." Sanki insanlar ve nehirler ağız birliği yapmış.
Orda görünen ama gerçekte orda olmayan şeyler var, yüzyıllar önce oradan ayrılmışlar hatta. Ben Haşim'le aynı nehre baktığımıza inanmak istiyorum ama inanmıyorum. Onun nazarı da suyla akıp gitti ve bizim bugün baktığımız ancak kaderin ağzında çalkalayıp tükürdüğü bir parça olabilir. Ama yürüdüğüm insanlar aynı nehre baktığımız konusunda delicesine ısrarcı.
Benim şehrimden de bir nehir geçiyor, aynı bu nehir gibi çocuklara ismi veriliyor ve çocuklar bu nehirlerde yüzerken ölüyorlar. Onun hakkında bu kadar düşünmedim hiç, belki onu sevmeye bu kadar muhtaç değildim.
Gece henüz genç ve ben daha yirmi beşimdeyim. Yine de kaderimi bulduğumda, bu noktaya koca bir çarpı atacağım. Sanki bu kısımdaki her şey şuan olduğu gibi olmamalıydı.
Üstümde yürüyorum.
Bu nehir göğsümde kollarına ayrılıyor
ve
Başımın üstünden denize dökülüyor düşüncelerimle.
Ben bugün kendimi boğabilirim
Bir nehirde yahut takım elbiseli adamların içinde.
* Saman Sarısı / Nazım Hikmet
Yorumlar
Yorum Gönder