Ana içeriğe atla

Çarkı Felek Kurabiyeleri, Çarkı Felek Süslemeleri, Çarkı Felek Hüznü

Bu yılın bir sembolü olsaydı o elbette çarkıfelek olurdu. Dönen, döndükçe etrafa hayaller saçan, saçtıkça daha alacalanan, alacalandıkça daha güçlenen ama hep bir şekilde aynı döngülere gebe olan. Bazen hayatımda yalnızca bir yıla sahibim gibi hissediyorum, o yıl, ay ay gün gün sekmeden kendini yeniliyor. Her sene aynı hevesler ve hüzünlerle baş ediyorum, her sene kaybettiklerim ve kazandıklarım birbirini sıfırlıyor.

Ekimde yanlış kişiye âşık olma faslı, kasımda parasızlık, ocakta illa bir defa ine yemeli ağır grip, mart yeni hobiler, nisan en az bir defa keyifli bir pazar. Ama şimdi ağustostayız. Yazın, canımın suyunu sıkıp beni her daim yeni döneme yitik başlattığını sayarsak bu yıl bir derece ben dönderdim sayılır feleğin çarkını. Kendi küçük evimdeyim, minik yavrum sıcaktan banyoya sığınmış, belki şuan yalanıyor ya da rüyasında kuş tutuyor. Bilgisayarımın yanında kurabiyeler, demiş miydim yaz sonu ayrıca kurabiye ayı döngümün. Geçen seneninki ablamın Hatay kömbesiydi, bu defa annemin çarkıfelek kurabiyesi. Her yıl yörüngesine girdiğim kadınların, şahsına münhasır maharetleri…

Geçen yıl bu zamanlar nerde bırakmıştım hayatımı? Hemen söylemeli, geçen yıl hâlâ iflah olmaz bir romantiktim. Nehir kenarlarında başlayıp biten şeylere inanıyordum. Şimdi Dicle’nin suları da benim anılarım gibi eskidi, aktı, unutuldu. Bitmeyen kaygılarımı da bir derece unutmuş olmalıyım, çünkü bu senenin en mühim mevzusu elbette mezarlıklardı, nehirler değil. İnsanların korkunun kokusunu aldığını keşfetmiştim; kokmamak için elimden geleni yaptım bu yıl. İtiraf etmeli ki başarılı da oldum, bu sene çok az korktum. Ölmekten, parasızlıktan, sevilmemekten… Elbette bu gelişmeye sebep mezarlıklara sırtımı dayamaktan başka bir şey yapamam, evimin yanındaki mezarlığı bu sene kaç defa gezdim bilmiyorum. Şahidelerde çarkıfelek motiflerini bulmaya çalıştım, kendileriyle kaç defa kovalamaca oynadık saymadım, sanki ben buldukça onlar kayboldular. Sanki ben ne kadar mezarlıkta kaybolduysam o kadar yakaladım zamanı.

Sahi, hala kovalamaca bitmedi. Çarkıfelek sembolünün anlamlarını biri sempozyumda diğeri özel bir yaz okulunda olmak üzere iki defa sundum, hoş, bıraktığım yerde kalmadı o. Döndü, döndü ve döndükçe farklı sayfalara sıçradı. Su olarak, kadın olarak, ejder olarak. Ne de olsa bilimsel bir iş. Bu kadar romantize etmeye gerek var mı bilmem. Görüyorsunuz ya, huylu huyundan vazgeçmiyor. Yine de altını sıkı sıkı çizmeli, bu yıl nehirlerin yılı değildi.

Bu yıl bir ağlama krizinde daha önce yapmadığım bir şeyi yaptım, kendime yanındayım dedim. Yanındayım ve seni koruyacağım. Korudum da, yine de kendimden önce mezarlıklara teşekkür ederim. Onlar olmasaydı kendime bunu diyemezdim. Ölümün üstünde, çiçeklerin yanında yürümek insanı güçlendiriyor. 

Bu yılın mezarlıklardan dahi önce gelen mevzusu okunan sayısız kitap ya da makale, erken kalkıp tek göz kapalı girilen sanat eleştirisi dersleri veya evden çıkmamak için gösterdiğim özenli çaba ve yalnızlık merakı değil. İlk mevzu turuncu burunlu, beyaz bıyıklı, kısa bacaklı bir kedi. Benim ev arkadaşım. Kendisi bana sevilmekten çok sevmeye ihtiyacım olduğunu sonunda gösterdi. Sağ olsun, tüyü bol olsun.

Bu defa eylüle heyecanlı bir biçimde giriyorum, önümde lemur gözlü candan bir dostla çıkılacak hak edilmiş bir tatil var. (Ne çok okudum ve ne çok yazdım ve ne çok çizdim bu yıl değil mi?) Kan bağlarımla aram iyi, Mercimek Hanım sağlıklı, başka bir sekmede bir dostla yazdığımız çiçeği burnunda öykü de var. Yıl boyunca evimi içim gibi değiştirdim. Baktım, boyadım, yeni eşyalarla ödüllendirdim. Kitapları yerden kaldırıp yuvalarına yerleştirdim. Hanımım için pencere ve kalorifer yataklarını unutmadım. Kalbimin içine ve evime baktığımda huzurlu hissediyorum. Bu sene sanki makûs talihimi dişimle tırnağımla yenmiş gibiyim. İnsanın kendini büyümek zorunda bırakması kolay değildi. Ev arkadaşımdan ve mezarlıklardan sonra kendime teşekkür ederim, bu gece ilk kez her şeyin en iyisini hak ettiğime eminim.

(Tam bu sırada hanımım geldi, ince sesiyle kendini sevdirmeye çağırıyor.)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Perşembe Günü

İnsana çok da fazla boş zaman gerekmiyor aksi halde blog yazmaya başlıyor. Çocuk mu yapmalıydı? Yüzümdeki lekeler ne yapsam geçmedi ya da ben sivilcelerimi kazıyıp durduğum için ne yapsam fayda etmedi. Alın yazımın olması gereken yerde yaralar olduğu için mi bu aralar hayatım durduğu yerde beklemeye devam ediyor yoksa daha anlamlı bir noktası var mı bu durağın? Günümü melankolikleştirmeye bayılıyorum, peki bugün niye daha hüzünlü? Boş zaman, her şey boş zamanlar yüzünden.  Karın yağışını izledim, lezzetli bir sandviç yaptım ve bitki çayımla romantik komedi izledim. Gece gördüğüm freudyen rüyaları düşünmedim ve defalarca içine dalıp çıkmadığım havuza neden ablamı da sürüklediğime kafa yormadım. Kedim masamda uyurken onu izledim ve iyi müzikler dinledim. Neden bir yanım aşırı huzurlu diğer yanım cehennem? Her şey boş zamanların suçu. Boş zamanlar yüzünden anlıyorum kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey olmadığını. Zıt kelimelerin gereksizliğini ve balkon parmaklıklarının trajik bir ö...

Kedimin Kulaklarının Gölgesi

Duvara yansımasını sevdiğim tek gölge bu.  Ben hiçbir şeyin aslını sevmem. Geçmişteki fotoğraflarım şimdi olduğundan hep daha fazla yakın gelir bana. Şeker Ahmet Paşanın orijinal eserinin önünde durdum, derste anlattığım düşük çözünürlüklü olandan daha az sevdim. Eminim paşayı tanısam bu defa da resmini severdim. Annemin bir fotoğrafı var, annemden çok seviyorum onu. Defterlerimde yazdıklarım şuan olduğum kişiden ve küçük ablamın ezberlediği Ahmed Arif, Ahmed Arif'in kendisinden değerli. Ben hakikati sevmem, aramam ve merak etmem. Platon halt etmiş, gerçek varsa mağaranın kendisidir. Gerçek var mı? Birazına rastlıyorum bu aralar. Bazen gerçek ailenin aslında o kadar da ölüme yakın olmadığını hissetmek ve onların yeniden kıyafet alışverişi yapmasına sevinmektir. Yolculukta bacaklarını karnına çekip aslında sıkıldığın bir kitabı okurken ne kadar şanslı olduğunu fark etmektir. Bazen paçayı kurtarmak için samimiyeti olmayan özürleri dilemek, utancın bir çocuğu nasıl susturabileceğini y...

Yetişkinler Cephesinde Yeni Bir Şey Yok*

 ve tabii bende de... Puslu bir kahve içiyorum, ben mi kötü süzdüm yoksa kahvenin kendisi mi bu? İçten içe hayata karşı da aynısını hissettiğimi tüm umutlu insanlara bildirmeyi bir borç bilirim. İşler büyüdükçe kötüleşmiyor, zaten hep kötüymüş. Yetişkin olmak vergi ödemek, taksit vermek, çiçekleri düzenli sulamak ve pişman olurum korkusuyla dövme yaptırmamakmış. Daha söylenecek çok şey var, yetişkinlik aynı zamanda tüm bu kötü şeyleri o kadar da kötü görmemek demekmiş. Ve en değerli olan melankoli hissini kaybedip gerçekten üzücü şeylere üzülmek de olabilir. Ben melankolimi kaybetmemek için büyümüyorum. Melankoli her zaman lüks hissettiriyor ve selenyum eksikliklerinden ya da mr randevularından muaf olabiliyorsun. Dünyanın en güzel hissi hala yere dökülen saç tellerini görmezden gelmek ve kirli ayakkabılarla kitapçı gezebilmek.  Fakat bazen karşı  cepheye de geçiyorum. Ekonomi videoları izliyor ve yeni bir dünya savaşından korkuyorum. Oysa genelde tam aşkı bulduğum vakit ...