Ana içeriğe atla

Cambazın Gece On Bir Notu

Bir yaz tatili daha sonrası posam nerde suyum nerde kestiremiyorum. Boğulmakla çakılmak arası geçti gitti yaz. Bu hüzne yatkın mizacımın getirisi mi yoksa şaşmaz bir döngünün içinde sıradaki evreyi mi izliyorum? Sahi onca okuma nereye gitti, yine mi pratiğe dökemedim? 

Bazı şeylerin çözümü, sadece ardında bırakmak olmalı. Çözmek bir yanılsama. Sadece rafa kaldırmak ya da üstünü örtmek, çözmek dedikleri şey. Ben bu yaz çözümlere inanmaktan vazgeçtim. Hep yanından yöresinden dolaşırdım bu fikrin, Şimdi ortasında duruyorum ve umutsuzluğum koyu bir bataklık misali beni sarıyor. Ne kolay susmam, ağlamam, pes etmem ve gitmeye koyulmam. Ben hep o ince tahammül ipinde bir cambaz olarak, düşmeye meylediyorum. 

Önümde irili ufaklı yollar var, herkesin inandığı yalanlara inanmayı tutkuyla isteyerek o yolların her birine kendimi itekleyerek, hırpalayarak ben başladım. Şimdi ayaklarım yürümeye uzak, hoş zaten her uzvum diğerini yük görüyor. Kaç gün uyursam geçer, kaç meşgale daha uydursam beni unuturum? Ben o kötüyü düşündüm bir defa, sevmemeyi, gitmeyi, uzaklığı düşündüm. Bunları bir defa aklına getirince, kendisini değil hayalini, hiç orda kalamıyorsun bir daha. Bu tehlikeli, kaç göbek bağını daha kesersem rahatlarım ve hatta bunu bir skor tablosu olarak görmekten vazgeçerim? Zorladığım şey gerçekten çözüm mü yoksa hep oyunu bitirmeye mi oynuyorum? 

Ben yalan söylüyorum. ben gerçekten sevmedim, sevdiysem sevmenin güzelliği için sevdim, iyilik yaptıysam, birini düşündüysem, değer verdiysem hep gerçeğinin değil o eylemlerin romantikliği için yaptım. İnsanım, irin ve kan dolu bir çanaktan geriye kalan neyse o kadarım. Bir eli tutsam dahi gözüm hep kapıda. Hem kendimi tanımanın o katran karalığı var içimde hep, işin gerçeği hüzün değil karanlık eşlik ediyor sızlanmalarıma. Yetmezmiş gibi kafamın içi hesap kitap. 

Babalar ve anneler ölür, kediler ölür, sevgililer ölür. Bunları hayal etmenin o ince keskin hazzı, sevmenin yükünden kurtulmanın hafifliği, yeni esaretlere heves. Hepsi içimde, hepsi gece vakti önümde uzayan gölgeler. Ben ne taraftayım onlar ne tarafta, karıştırıyorum. Ben bir kez daha, daha ne kadar çok şeye son verebilirim fikrinin arkasından koşuyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şamlılar Pastanesi Yıkılmış

Burada çalışmak istemezdim. Herhangi bir zincir kahvecinin bol şuruplu adını bi türlü ezberleyemediğim kahvesini yudumlarken, üniversitedeyken gittiğim o epey uzaktaki pastaneyi özlüyorum. Orda olmak, çay sevmediğim halde çay içmek, çalışmamın sonunu bir Türk kahvesiyle taçlandırıp epeyce eski kasada hesabı ödeyip çıkmak istiyorum. Kimsenin çok bilmediği arka bahçesinin duvarlarındaki seramik kırıklarından yapılmış bezemeyi görmek, demir işlemeli sert sandalyelerde oturmak ve gazoz içmek istiyorum. Şamlılar pastanesinin matruşka misali iç içe olan ve kapılarla ayrılmış ama bir yandan da pek ayrı hissettirmeyen içerisinde oturmak ve pastane sahibinin abisinin yaptığı manzara resimlerine bakmayı arzuluyorum. Sahibini hatırlıyorum, ince uzun yapılı, uzun bacaklı, sakin mizaçlı, müşterileri -misafir mi demeli- güler yüzlü karşılamaları vardı. Geçen yıl gitmiş miydim ben oraya? Geçen yıl bugün yıkılma ihtimali yoktu, çok üzüldü mü acaba? Yoksa kırk yılı aşkın bir mirası hakkıyla göğüslemeni

"Sadece Mutsuz İnsanlar Sayar" ya da Prozac Esnemesi

Üniversitede sanat tarihine giriş dersinde hoca tüm sanat tarihini bilmenin insan kapasitesinin çok üstünde olduğunu söylemişti. Ben bugün bunu biraz daha arttırıp yaşamanın ve acı çekmenin de insanın sınırlarını çok aştığını söyleyeceğim.  İnsanın aklını kaybetmesi bir anlık, insanın aklını başına toplaması da. Yine nefes alamıyorum ve yine yanımda bitki çayı tütüyor. Yine ateşim var ve yine gözlerim yanıyor. Kaderci değilim ama insanın alnına, avuçlarına, göğsüne ve bilhassa karnına yazılan yazılar var işte. Benimki kaygı bozukluğu, alerjik astım ve nane çayından oluşan bir çeşni, kabulleniyorum. Ek olarak bir de yapılacak listeleri vardı, ben 29 yaşında kendini kocaman bir kontrol sayfasına çevirmiş bir kadın olarak bu satırları yazmaya devam ediyorum. Ama Bıçakçı'nın da dediği gibi sadece mutsuzlar sayar, ben bunun yanında kendimi de değiştirebiliyorum.  Geçen ay tüm yapılacak listelerimi çöpe attım, uzun uzun yazdığım 35'inde Uygar nasıl biri olmalı mektuplarını yırtıp ma

Ahmet Hasim'in Baktıgı Nehre Bakıyoruz

Bıçakçı bir kitabında bir yeri sevmemenin kendini çok sevmekle ilgili olduğunu yazmıştı. Bunun benim için geçerli olduğunu sanmıyorum. Cizre'yi sevmememin benimle alakası yok. O tek başına, kemikleri kırılmış; derisi yüzülmüş.* Bu nehrin karşısında bir videom var, geldiğim ilk zamanlar. O zaman Haşimle aynı nehre baktığımı bilmiyorum. Cizre'yi ne kadar beğendiğimi anlatıyorum gülerek, o tarihten yaklaşık bir yıl sonra yine aynı nehri gözlüyorum ve Haşim'in bu nehre baktığını öğreniyorum. Bu defa burayı hiç sevmediğimi geçiriyorum aklımdan.   Ben burada, yanımda ve karşımda olan, akan ve aktıkça gürleyen, kirli sularında azamet sakladığını düşünen yüzlerce suyun içinde ve dışında yürüdüğüm geceler yaşadım.  Şairane olmayan şeyler vardır, bence Dicle de onlardan biri. Ama bu kış kimle o nehrin kenarında yürüdüysek aynısını dedi. "Ahmet Haşim'in Baktığı Nehre Bakıyoruz." Sanki insanlar ve nehirler ağız birliği yapmış.  Orda görünen ama gerçekte orda olmayan şeyle