Ana içeriğe atla

Titrerim Mücrim Gibi Baktıkça İstikbalime

Tatillerde memlekete dönmek demek eski beni özlemek, garip bir nostalji duygusuna yenilmek ve hayallerimin ne olduğunu hatırlamaya çalışmak demek. Ya da kendime en yakın hissettiğim kişinin kitapçıda ayrı rafa şanslıysam aynı kitaba baktığım biri olması demek. Elazığ bu kadar duyguyu içinde barındıracak kadar değerli bir yer olmadı hiç ama beynim bir tür oyun oynama peşinde bu şubat. Burası oyun alanım, burada hiç gerçek bir işim olmadı. Hayallerim ve projelerim oldu. Burada melankolik halk türküleri değil yalnız ve yalnız rock dinleyebilirim.

Lise arkadaşıma gittim dün, onun annesi öldü. Ben 28 yaşına girdim. Son üç yıldır bir kedim var. Bateri çalmaya başladım ve astım hastası oldum. Kısacası zamanların en iyisi ve en kötüsü. Tam şuanda evlenme kararı da alabilirim intihar da. Fakat ben ikisinin yerine Norveç edebiyatı ve sinemasına merak saldım. İskandinav sorunları orta doğudaki bir resim öğretmeni için oldukça dikkat çekici olabiliyor. Dün de kitapçı gezdim, ruhum enflasyona karşı hala dimdik ve romantizmi elden bırakmaya razı değil. Ha bir de zebralı çay tepsisi ve bitki çayı aldım. Yalnız nasıl kötü bir orta sınıf entelektüel prototipiyim, kedi, kitap, bitki çayı falan. Tüm bunların ortasında annem altın biriktirmemi, babamsa dil çalışmamı söylüyor. Ben ikisini de yapmıyor, dolma kalemim için mürekkep bakıyorum. 

Sanki üniversitedeyken paramın yetmediği heveslerimi satın alırsam eski Uygar geri dönecek. Yalnız eski Uygar'ın da kim olduğunu bilmiyorum, bir yandan hiç değişmemişim gibi geliyor diğer yandan ancak değişerek aynı kalabileceğimi düşünüyorum. Bu aralar Merve'yle yaş muhabbetini çok yapıyoruz, belki bunun etkisidir, bilmiyorum. İkimiz de otuza yaklaşmayı kendimize yediremiyoruz ve son on bir yıldır yaptığımız gibi defter ve kalem bakıyoruz. Biz y kuşağı, ya bir sınava hazırlanırız ya da bir sınav sonucu bekleriz. Başka bildiğimiz şey yoktur. Buna devam ediyoruz bu akşam da. Biraz renkli not kağıtlarına biraz da ÖSYM sınavlarına para döküyoruz. Rahatlıyoruz.

Ellerim cebimde, burnum kırmızı, ayazı yiyip eve dönerken apartmana girer girmez garip dans figürleriyle asansörde Teoman söylüyorum. Geriye dönmeyi asla istemezdim, şimdi öğrencilerimde gördüğüm o hayat enerjisini ve tabii hayat cahilliğini yeniden tatmak istemezdim. Dünyayı yerinden oynatabileceklerine, özel olduklarına inanıyorlar. Çok seviyor ve çok nefret ediyorlar. O kadar tecrübesizler ki hiç umutsuz olamıyorlar. Ben o büyük hisleri yeniden tadamam. Ayaklarım öyle yere basıyor ki sanki tabanlarım üst üste örslere bağlı. Ben artık uçamam. Ama apartmandaki dansım kendim için uçmamanın iyi bir fikir olduğuna işaret. Geri dönmek istemiyorum. Eski Uygar'ın kedisi, öğrencileri, kendini kabullenişleri ve 28 yılı yok. 

Bu gece ben türlü dertlerimden azade, üniversitede yüzlerce kez dinlediğim şarkıları dinlerken kendimden memnun olduğumu hissediyorum. Çünkü doğal olan bu diye düşünüyorum içimde, ilerlemek, geride bırakmak ve bazen de eksilmek. İnsan işte, olacağı bu. Bu  kadar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şamlılar Pastanesi Yıkılmış

Burada çalışmak istemezdim. Herhangi bir zincir kahvecinin bol şuruplu adını bi türlü ezberleyemediğim kahvesini yudumlarken, üniversitedeyken gittiğim o epey uzaktaki pastaneyi özlüyorum. Orda olmak, çay sevmediğim halde çay içmek, çalışmamın sonunu bir Türk kahvesiyle taçlandırıp epeyce eski kasada hesabı ödeyip çıkmak istiyorum. Kimsenin çok bilmediği arka bahçesinin duvarlarındaki seramik kırıklarından yapılmış bezemeyi görmek, demir işlemeli sert sandalyelerde oturmak ve gazoz içmek istiyorum. Şamlılar pastanesinin matruşka misali iç içe olan ve kapılarla ayrılmış ama bir yandan da pek ayrı hissettirmeyen içerisinde oturmak ve pastane sahibinin abisinin yaptığı manzara resimlerine bakmayı arzuluyorum. Sahibini hatırlıyorum, ince uzun yapılı, uzun bacaklı, sakin mizaçlı, müşterileri -misafir mi demeli- güler yüzlü karşılamaları vardı. Geçen yıl gitmiş miydim ben oraya? Geçen yıl bugün yıkılma ihtimali yoktu, çok üzüldü mü acaba? Yoksa kırk yılı aşkın bir mirası hakkıyla göğüslemeni...

"Sadece Mutsuz İnsanlar Sayar" ya da Prozac Esnemesi

Üniversitede sanat tarihine giriş dersinde hoca tüm sanat tarihini bilmenin insan kapasitesinin çok üstünde olduğunu söylemişti. Ben bugün bunu biraz daha arttırıp yaşamanın ve acı çekmenin de insanın sınırlarını çok aştığını söyleyeceğim.  İnsanın aklını kaybetmesi bir anlık, insanın aklını başına toplaması da. Yine nefes alamıyorum ve yine yanımda bitki çayı tütüyor. Yine ateşim var ve yine gözlerim yanıyor. Kaderci değilim ama insanın alnına, avuçlarına, göğsüne ve bilhassa karnına yazılan yazılar var işte. Benimki kaygı bozukluğu, alerjik astım ve nane çayından oluşan bir çeşni, kabulleniyorum. Ek olarak bir de yapılacak listeleri vardı, ben 29 yaşında kendini kocaman bir kontrol sayfasına çevirmiş bir kadın olarak bu satırları yazmaya devam ediyorum. Ama Bıçakçı'nın da dediği gibi sadece mutsuzlar sayar, ben bunun yanında kendimi de değiştirebiliyorum.  Geçen ay tüm yapılacak listelerimi çöpe attım, uzun uzun yazdığım 35'inde Uygar nasıl biri olmalı mektuplarını yırtıp m...

Perşembe Günü

İnsana çok da fazla boş zaman gerekmiyor aksi halde blog yazmaya başlıyor. Çocuk mu yapmalıydı? Yüzümdeki lekeler ne yapsam geçmedi ya da ben sivilcelerimi kazıyıp durduğum için ne yapsam fayda etmedi. Alın yazımın olması gereken yerde yaralar olduğu için mi bu aralar hayatım durduğu yerde beklemeye devam ediyor yoksa daha anlamlı bir noktası var mı bu durağın? Günümü melankolikleştirmeye bayılıyorum, peki bugün niye daha hüzünlü? Boş zaman, her şey boş zamanlar yüzünden.  Karın yağışını izledim, lezzetli bir sandviç yaptım ve bitki çayımla romantik komedi izledim. Gece gördüğüm freudyen rüyaları düşünmedim ve defalarca içine dalıp çıkmadığım havuza neden ablamı da sürüklediğime kafa yormadım. Kedim masamda uyurken onu izledim ve iyi müzikler dinledim. Neden bir yanım aşırı huzurlu diğer yanım cehennem? Her şey boş zamanların suçu. Boş zamanlar yüzünden anlıyorum kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey olmadığını. Zıt kelimelerin gereksizliğini ve balkon parmaklıklarının trajik bir ö...