Ana içeriğe atla

Yeğenler Büyür, Teyzeler Büyümüş Taklidi Yapmak Zorunda Kalır

Bu ara düşündüğüm çok şey var, tilkilerimin kuyrukları birbirlerine dolanıp duruyor. Birkaç saat sonra tüm bebekliğini ve çocukluğunu bildiğim yeğenim beni erkek arkadaşıyla tanıştıracak.  Bu defa da gençliğini öğrenmeye başlayacağım. Bu yüzden şuan bir kahve köşesinde oturmuş olgun bir tavır takınıp inceden de tehditvari bir tarz oturtmayı nasıl becereceğimi kurguluyorum. Benden beklenen şey bu, benim istediğimse onlara birbirleri içinde kaybolmalarını, her şey bittiğinde kendilerinden geriye bir şey kalmayana kadar karışmalarını öğütlemek. Hayır, bu mümkün değil. Hem sevdiklerimin hem de kendimin hayatını acımasız bir mantık örtüsüyle sarıp birbirlerine değmeden ve batmadan var etmeye çalışmalıyım. Suyun şeklini alamayacak kadar katı ve yabanız, bir kez daha akmak ve şüphe duymaktan azade yalnız kendi taşlaşmış ruhumuza saygı duruşunda bulunmalıyız. Elazığ'da betimlemelerim şairane, yaşım da hiç yol almıyor. 
Ben de yeğenim gibi Elazığ'da hep aşık olacak gibi hissediyorum, belki en uçarı ve romantik vakitlerimi burada geçirdiğim içindir. Sürekli okumak, yürümek, yazmak ve kendim hakkında düşünmek istiyorum. Aralıksız, eskiden burada yaşayan, nefesleri şehrin havasına karışan ama ardından buradan kaçıp giden anılarımı düşünüyorum. Elazığ'da hep tamamlanmamış hissediyorum ve bir şekilde aynı oranda da bitmiş görüyorum kendimi. Tamamlanmamışlığım ulaşmak istediklerimden, bitmişliğim de yollarımı kesinkes seçtiğimden. Hüzünlü ve güçlüyüm, aklımda hep umuyorum en iyi vakitlerim daha gelmemiştir umudu var. Tüm bunların yanında kendi kendime espri yapıp gülüyorum ve ciddiye alınmasını istediğim hayatımı seyreltip havaya karıştırıyorum.
Çok bilinen ve iğrenç kahve yaptığını yeni yeni kavradığım 2. nesil bir kahvecide fark ediyorum ki doğu görevimde evim dışında bir yerde nefes alamıyormuşum, ihtimaller aynı mekan ve kişi sayıları gibi az. Yaşanacak her şey bir çukurun dibine doğru düştükçe düşüyor, bense tepede bekleyip bunu normalleştiriyorum. Oysa insanın en olasılıklarla dolu yaşları küçük bir ilçede, nehir kenarındaki yürüyüşlerle heba olmamalı. Yine de yakın zamanda yapacak bir şey yok, kırmızı kumlar arasında durup duruluyorum. 
Görev yerime dönmeyi şuan şu vakit asla istememekle beraber yine kesinlikle dönmem gerektiğini özümsüyorum, tamamlamayı umduğum bir diğer mevzu da kaçmamak. Gerekirse bir tepede kendime yabancılaşmak fakat yine de gereken vakitten daha önce savaş yerinden ayrılmamak.
Bir sonraki blog yazımda bunlar yerine gerçek hayatta daha mühim olan ağlak klozet musluğumun gözyaşlarını ve kibirli gardırobumun maceralarını yazacağım, olgun biri olup bu romantizmi sonlandırmalıyım. Hem yeğenim ve erkek arkadaşı masaya yaklaşıyor...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şamlılar Pastanesi Yıkılmış

Burada çalışmak istemezdim. Herhangi bir zincir kahvecinin bol şuruplu adını bi türlü ezberleyemediğim kahvesini yudumlarken, üniversitedeyken gittiğim o epey uzaktaki pastaneyi özlüyorum. Orda olmak, çay sevmediğim halde çay içmek, çalışmamın sonunu bir Türk kahvesiyle taçlandırıp epeyce eski kasada hesabı ödeyip çıkmak istiyorum. Kimsenin çok bilmediği arka bahçesinin duvarlarındaki seramik kırıklarından yapılmış bezemeyi görmek, demir işlemeli sert sandalyelerde oturmak ve gazoz içmek istiyorum. Şamlılar pastanesinin matruşka misali iç içe olan ve kapılarla ayrılmış ama bir yandan da pek ayrı hissettirmeyen içerisinde oturmak ve pastane sahibinin abisinin yaptığı manzara resimlerine bakmayı arzuluyorum. Sahibini hatırlıyorum, ince uzun yapılı, uzun bacaklı, sakin mizaçlı, müşterileri -misafir mi demeli- güler yüzlü karşılamaları vardı. Geçen yıl gitmiş miydim ben oraya? Geçen yıl bugün yıkılma ihtimali yoktu, çok üzüldü mü acaba? Yoksa kırk yılı aşkın bir mirası hakkıyla göğüslemeni...

"Sadece Mutsuz İnsanlar Sayar" ya da Prozac Esnemesi

Üniversitede sanat tarihine giriş dersinde hoca tüm sanat tarihini bilmenin insan kapasitesinin çok üstünde olduğunu söylemişti. Ben bugün bunu biraz daha arttırıp yaşamanın ve acı çekmenin de insanın sınırlarını çok aştığını söyleyeceğim.  İnsanın aklını kaybetmesi bir anlık, insanın aklını başına toplaması da. Yine nefes alamıyorum ve yine yanımda bitki çayı tütüyor. Yine ateşim var ve yine gözlerim yanıyor. Kaderci değilim ama insanın alnına, avuçlarına, göğsüne ve bilhassa karnına yazılan yazılar var işte. Benimki kaygı bozukluğu, alerjik astım ve nane çayından oluşan bir çeşni, kabulleniyorum. Ek olarak bir de yapılacak listeleri vardı, ben 29 yaşında kendini kocaman bir kontrol sayfasına çevirmiş bir kadın olarak bu satırları yazmaya devam ediyorum. Ama Bıçakçı'nın da dediği gibi sadece mutsuzlar sayar, ben bunun yanında kendimi de değiştirebiliyorum.  Geçen ay tüm yapılacak listelerimi çöpe attım, uzun uzun yazdığım 35'inde Uygar nasıl biri olmalı mektuplarını yırtıp m...

Perşembe Günü

İnsana çok da fazla boş zaman gerekmiyor aksi halde blog yazmaya başlıyor. Çocuk mu yapmalıydı? Yüzümdeki lekeler ne yapsam geçmedi ya da ben sivilcelerimi kazıyıp durduğum için ne yapsam fayda etmedi. Alın yazımın olması gereken yerde yaralar olduğu için mi bu aralar hayatım durduğu yerde beklemeye devam ediyor yoksa daha anlamlı bir noktası var mı bu durağın? Günümü melankolikleştirmeye bayılıyorum, peki bugün niye daha hüzünlü? Boş zaman, her şey boş zamanlar yüzünden.  Karın yağışını izledim, lezzetli bir sandviç yaptım ve bitki çayımla romantik komedi izledim. Gece gördüğüm freudyen rüyaları düşünmedim ve defalarca içine dalıp çıkmadığım havuza neden ablamı da sürüklediğime kafa yormadım. Kedim masamda uyurken onu izledim ve iyi müzikler dinledim. Neden bir yanım aşırı huzurlu diğer yanım cehennem? Her şey boş zamanların suçu. Boş zamanlar yüzünden anlıyorum kazanmak ya da kaybetmek diye bir şey olmadığını. Zıt kelimelerin gereksizliğini ve balkon parmaklıklarının trajik bir ö...