Ana içeriğe atla

Yelelerime Övgü

Her şeyin sonunda insan kendine sarılmaktan usanıyor. Öyle kırık döküğüm ki nerden toplamaya çalışsam diğer yandan ufalanıyor. Kırıntılarımı avuçlarımın içine alıp baktığım zaman görüyorum ki artık kalanı da istemiyorum. Ben birçok şeye yeniden karar verdiğim bir ay yaşıyorum. Parçalanmış gemilerimin hepsi batıyor, hoş batmazsa ben yakıyorum. Hepsinden uzakta, azade ve kurtulmuş, her şey suya karıştıkça ben daha çok ortaya çıkıyorum. Bu kibrim her defasında sonuç veriyor ve ben olası istifama yaklaştıkça parlıyorum. 

Her şeyin şafağındayım, güneşi törenler ve kutlamalarla karşılayacağım. Kırıntılarımı nehirlere, denizlere, sulara bırakıyorum ve en sonunda aşındıkça aşınıyorum. Böyle pürüzsüzleşiyorum. Elimle yapıp kurduğum her şeyden ismimi silmek için sabırsızlanıyorum, dediğim gibi kalan gemilere ateşle koşuyorum. 

Kaç enkazdan tek başıma sürünerek çıktım, sayamıyorum. Hiç orda kalmadım ama bunu biliyorum. Hep güzel çırpınırım ben, bu defa çırpınmaktan ziyade akmayla ilgileniyorum. Bırakıyorum, her şey nasıl olmak istiyorsa ne yöne gitmek istiyorsa oraya meyletsin. Dere yataklarını değiştirmeye niyetim yok, yalnız toprakla bağlarımı kesmeye bakıyorum. 

Buranın not düşmek için doğru alan olduğunu sanmasam da, kendime söz veriyorum. Biriyle ya da yalnız, aşka düşerek ya da tek başıma var olarak, kendi evimi kendim kuracağım. Gerekirse defalarca, sürekli yanılarak ya da başararak, bir biçimde sağ çıkacağım. Ben bu oyunun zaman zaman dışında ve içinde kalarak, tutunarak ya da bırakarak, heves yahut bıkkınlıkla yaşadım işte. Yaşadım. Yaşamaya devam ediyorum. 

Beş ya da on yıl önceki kendimle karşılaşsam şuan olduğum hal için endişelenmemesini söylerdim, derim yüzüldü ve kemiklerim kırıldı. Ama işte, bugün buradayım ve gece vakitleri hızla aya doğru koşuyorum. Kemiklerim kaynıyor, derim bedenimi sarıyor ve yelelerim ardımda rüzgara karışıyor. Ayaklarımın altında toprak değil hava var ve benim kanatlarım çıkmaya hazırlanıyor. Kendime sarılmaktan usanıyorum demiştim, artık sarılıp kendimi bir arada tutmaya bakmıyorum. Ben çözünüyorum, herkese, her şeye ve her yere karışıyorum. Genişliyorum, ciğerlerimi güzel ve çirkin her şeyle dolduruyorum.

İnsan aslanken su samuru numarası yapmamalı. Ve böceklerle de uğraşmamalı. 

Yeri gökyüzüyken farelerle masaya oturmamalı. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şamlılar Pastanesi Yıkılmış

Burada çalışmak istemezdim. Herhangi bir zincir kahvecinin bol şuruplu adını bi türlü ezberleyemediğim kahvesini yudumlarken, üniversitedeyken gittiğim o epey uzaktaki pastaneyi özlüyorum. Orda olmak, çay sevmediğim halde çay içmek, çalışmamın sonunu bir Türk kahvesiyle taçlandırıp epeyce eski kasada hesabı ödeyip çıkmak istiyorum. Kimsenin çok bilmediği arka bahçesinin duvarlarındaki seramik kırıklarından yapılmış bezemeyi görmek, demir işlemeli sert sandalyelerde oturmak ve gazoz içmek istiyorum. Şamlılar pastanesinin matruşka misali iç içe olan ve kapılarla ayrılmış ama bir yandan da pek ayrı hissettirmeyen içerisinde oturmak ve pastane sahibinin abisinin yaptığı manzara resimlerine bakmayı arzuluyorum. Sahibini hatırlıyorum, ince uzun yapılı, uzun bacaklı, sakin mizaçlı, müşterileri -misafir mi demeli- güler yüzlü karşılamaları vardı. Geçen yıl gitmiş miydim ben oraya? Geçen yıl bugün yıkılma ihtimali yoktu, çok üzüldü mü acaba? Yoksa kırk yılı aşkın bir mirası hakkıyla göğüslemeni

"Sadece Mutsuz İnsanlar Sayar" ya da Prozac Esnemesi

Üniversitede sanat tarihine giriş dersinde hoca tüm sanat tarihini bilmenin insan kapasitesinin çok üstünde olduğunu söylemişti. Ben bugün bunu biraz daha arttırıp yaşamanın ve acı çekmenin de insanın sınırlarını çok aştığını söyleyeceğim.  İnsanın aklını kaybetmesi bir anlık, insanın aklını başına toplaması da. Yine nefes alamıyorum ve yine yanımda bitki çayı tütüyor. Yine ateşim var ve yine gözlerim yanıyor. Kaderci değilim ama insanın alnına, avuçlarına, göğsüne ve bilhassa karnına yazılan yazılar var işte. Benimki kaygı bozukluğu, alerjik astım ve nane çayından oluşan bir çeşni, kabulleniyorum. Ek olarak bir de yapılacak listeleri vardı, ben 29 yaşında kendini kocaman bir kontrol sayfasına çevirmiş bir kadın olarak bu satırları yazmaya devam ediyorum. Ama Bıçakçı'nın da dediği gibi sadece mutsuzlar sayar, ben bunun yanında kendimi de değiştirebiliyorum.  Geçen ay tüm yapılacak listelerimi çöpe attım, uzun uzun yazdığım 35'inde Uygar nasıl biri olmalı mektuplarını yırtıp ma

Ahmet Hasim'in Baktıgı Nehre Bakıyoruz

Bıçakçı bir kitabında bir yeri sevmemenin kendini çok sevmekle ilgili olduğunu yazmıştı. Bunun benim için geçerli olduğunu sanmıyorum. Cizre'yi sevmememin benimle alakası yok. O tek başına, kemikleri kırılmış; derisi yüzülmüş.* Bu nehrin karşısında bir videom var, geldiğim ilk zamanlar. O zaman Haşimle aynı nehre baktığımı bilmiyorum. Cizre'yi ne kadar beğendiğimi anlatıyorum gülerek, o tarihten yaklaşık bir yıl sonra yine aynı nehri gözlüyorum ve Haşim'in bu nehre baktığını öğreniyorum. Bu defa burayı hiç sevmediğimi geçiriyorum aklımdan.   Ben burada, yanımda ve karşımda olan, akan ve aktıkça gürleyen, kirli sularında azamet sakladığını düşünen yüzlerce suyun içinde ve dışında yürüdüğüm geceler yaşadım.  Şairane olmayan şeyler vardır, bence Dicle de onlardan biri. Ama bu kış kimle o nehrin kenarında yürüdüysek aynısını dedi. "Ahmet Haşim'in Baktığı Nehre Bakıyoruz." Sanki insanlar ve nehirler ağız birliği yapmış.  Orda görünen ama gerçekte orda olmayan şeyle