Artık ne yelelerimi kabartmak ya da ne de yaralarım görünmesin diye kürkümü ters tarafa taramak zorunda değilim. Hoş, kuyruğum hala dik ama karanlığa çekilip sessizce kesik ve çürüklerime bakacak vaktim oldu sonunda. Hemen hepsinin üstümden dökülmesine izin veriyorum kazandıklarımın, yerle bir oluyorum. İsimler hafızamdan siliniyor, kabuk bağlayan yerler artıyor ve yüzümdeki çizgiler nerdeyse bir savaş yadigarına dönüyor. Her şeyi kabul edip baş üstüne koyuyor, yenilik için tutuşmuyor ve hatta nadasa bırakılmış toprak misali dinleniyorum. Bu yıl yetiştirecek ne başağım var ne yabani otum. Gelip geçen haşarata da mesken olamam ve belli ki kuş ötüşleri de beni uyandıramaz.
Yasın evreleri var, inkarı da öfkeyi geçtim gittim. Biraz depresyon zamanında tıkandım şimdi yavaştan onu da uğurluyor gibiyim. Öğrenmeye, heybemi doldurmaya ama bilhassa "durmaya" meylettiğim bu günlerde o inatçı hırsım da beni bıraktı. Burnum düştü, bence burnum da dinleniyor.
Aslında bu bir mağlubiyet olmayabilirdi, bunun bir mağlubiyet olmaması için yalnız bir çare vardı. Derimden sızan kan ve irinin içinden laleler, sümbüller de yetişti çünkü kısa bir aralık. Dünya iki kişilikti, dünya onun elleri arasında sadece bana hazırlanmış bir şölen sofrasıydı. Masadan erken kalktım. Yine de insan seçtiği acıların içinde olmayı ne seviyor, hazırlanmış tuzaklardan içine çeken bataklıklardan kurtulup yalnız ve yalnız benimsediğim içlenmelerden ne memnumum aslında. Hem bana çare olması için yalvarmak hem nihayet bir yapboz parçası gibi tam oturan bu hayal kırıklığını yaşamaya devam etmek istiyorum. Gardımı ona karşı o gittikten sonra indiriyorum.
Eylül ve ekim toparlandı gitti işte, tarihimdeki o koca koca cehennem atları geçmişe karışıp saydam bir duman haline dönüp kayboluyor*. Elazığ beni huysuz bir öğretmenden melankolik bir öğrenciye döndürüyor, aynı sayfayı yeniden bir de sesli okuyup eteklerimden kelimelerin akmasına izin veriyorum ya da erken yatağa giriyorum ki hayal kuracak vaktim bol olsun. Sürekli soğuktan şikayet ediyorum ama bir yandan da ağaçları savuran rüzgarı pencereden izlemeyi seviyorum. Hava tanıdık, davranışlar tanıdık, konuşmalar ve yemekler tanıdık. Bu tanışıklıkların içinde uzanıp dinleniyorum, buranın kokusunu içime çekiyorum. İçim sakinliyor.
Bu safhayı yaralarımın iyileşmesine ayırıyorum, o kulaçları attım ve istediğim kara olmasa da bir karaya çıktım. Yeniden tekinsiz suya atlayacağım evreye kadar kalbime direnecek başka cephe açtırmayacağım. Kalbim bu defa kirli suların çirkin balıklarıyla baş etmek için boşa kürek çekmeyecek, ona okyanusları layık görüyorum. Ama dedim ya yere düşen burnumun da dinlenmeye ihtiyacı var...
* Acıyor / Turgut Uyar
Yorumlar
Yorum Gönder