Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bir Albüme Sığdırmalık

Benim için en keyifli eylem "almak" değil, aksine ne zaman mutsuz ve değersiz hissetsem kredi kartım cüzdanımdan fırlar, hoplaya zıplaya tanımadığı post cihazlarına kendini sıkıştırır. Aksine bir şeyler atıyorsam ve evin önünde sırayla çöp poşetleri oluyorsa bilin ki ben iyileşmiş, yeni kararlar almış ve hatta mutluyumdur da.  Bu ara hem alıp hem atıyorum. Şimdi hangisiyim? O gün markette öylesine gezerken tam istediğim gibi bir albüm buldum, ailemin gençlik fotoğrafları ve benim çocukluğum için. Hiç sığmaz sandığım fotoğraf topu topu elli tane bir şeymiş. Çok ama çok güzel fotoğraflar, babamın müdür koltuğunda gülümsemeden oturduğu müşkülpesent hali ya da annemin boynundaki ine oyalı fularıyla endam etmesi. Benim yün takımlarımla ve tepeden toplanan saçlarımla dişlek dişlek güldüğüm nice sevimli fotoğraf. Abim, ablalarım, hatta dayım ve büyük annem. Hayatımın en güzel fotoğrafları ve hayatımdakilerin en güzel fotoğrafları sadece birkaç sayfaya sığdı.  Ben de kendi fotoğrafla

"Sadece Mutsuz İnsanlar Sayar" ya da Prozac Esnemesi

Üniversitede sanat tarihine giriş dersinde hoca tüm sanat tarihini bilmenin insan kapasitesinin çok üstünde olduğunu söylemişti. Ben bugün bunu biraz daha arttırıp yaşamanın ve acı çekmenin de insanın sınırlarını çok aştığını söyleyeceğim.  İnsanın aklını kaybetmesi bir anlık, insanın aklını başına toplaması da. Yine nefes alamıyorum ve yine yanımda bitki çayı tütüyor. Yine ateşim var ve yine gözlerim yanıyor. Kaderci değilim ama insanın alnına, avuçlarına, göğsüne ve bilhassa karnına yazılan yazılar var işte. Benimki kaygı bozukluğu, alerjik astım ve nane çayından oluşan bir çeşni, kabulleniyorum. Ek olarak bir de yapılacak listeleri vardı, ben 29 yaşında kendini kocaman bir kontrol sayfasına çevirmiş bir kadın olarak bu satırları yazmaya devam ediyorum. Ama Bıçakçı'nın da dediği gibi sadece mutsuzlar sayar, ben bunun yanında kendimi de değiştirebiliyorum.  Geçen ay tüm yapılacak listelerimi çöpe attım, uzun uzun yazdığım 35'inde Uygar nasıl biri olmalı mektuplarını yırtıp ma

Kendinin Frankensteinı

Bu yazıya başlamadan Frankenstein'ın doktorunun ismine baktım, garip şekilde yaratığına kendi ismini vermiş. Aynen Poor Things'teki Bella'nın bebeğinin yeni Bella olması gibi. Ama bu bambaşka bir konu.  Benim şairleri ve bilhassa bir şairi haddinden sevdiğim vakitler oldu. Camdan bir otobüs durağında ezbere söylenen o şiir olmasaydı sever miydim bilmiyorum. Farsça ve Arapça dillerini öven bir hocam vardı, onla tanıştıktan sonra Osmanlıca ve Farsça kurslarına gittim. Babam küçükken gördüğü her müsvedde kağıda alakasız bir tükenmez kalemle annemi çizerdi, resim öğretmeni oldum.  Küçük ablam edebiyat okuyordu ve geceleri kuzenimle şimdi ismini Halk Edebiyatı diye tahmin ettiğim derse çalışırdı, tüm gece birbirlerine masalları sorarlardı. Büyüdüm ve kitaplığın yarısı bu masallarla ya ilgili ya yakınından geçiyor. Annemin harika örgü ve el işleri vardı, kedime battaniye örmem ya da bardağıma bir fincan kazağı, onun gölgesinden. Tanpınar'ı kendi "yatılacak entelektüeller

Şamlılar Pastanesi Yıkılmış

Burada çalışmak istemezdim. Herhangi bir zincir kahvecinin bol şuruplu adını bi türlü ezberleyemediğim kahvesini yudumlarken, üniversitedeyken gittiğim o epey uzaktaki pastaneyi özlüyorum. Orda olmak, çay sevmediğim halde çay içmek, çalışmamın sonunu bir Türk kahvesiyle taçlandırıp epeyce eski kasada hesabı ödeyip çıkmak istiyorum. Kimsenin çok bilmediği arka bahçesinin duvarlarındaki seramik kırıklarından yapılmış bezemeyi görmek, demir işlemeli sert sandalyelerde oturmak ve gazoz içmek istiyorum. Şamlılar pastanesinin matruşka misali iç içe olan ve kapılarla ayrılmış ama bir yandan da pek ayrı hissettirmeyen içerisinde oturmak ve pastane sahibinin abisinin yaptığı manzara resimlerine bakmayı arzuluyorum. Sahibini hatırlıyorum, ince uzun yapılı, uzun bacaklı, sakin mizaçlı, müşterileri -misafir mi demeli- güler yüzlü karşılamaları vardı. Geçen yıl gitmiş miydim ben oraya? Geçen yıl bugün yıkılma ihtimali yoktu, çok üzüldü mü acaba? Yoksa kırk yılı aşkın bir mirası hakkıyla göğüslemeni

Nadas

Artık ne yelelerimi kabartmak ya da ne de yaralarım görünmesin diye kürkümü ters tarafa taramak zorunda değilim. Hoş, kuyruğum hala dik ama karanlığa çekilip sessizce kesik ve çürüklerime bakacak vaktim oldu sonunda. Hemen hepsinin üstümden dökülmesine izin veriyorum kazandıklarımın, yerle bir oluyorum. İsimler hafızamdan siliniyor, kabuk bağlayan yerler artıyor ve yüzümdeki çizgiler nerdeyse bir savaş yadigarına dönüyor. Her şeyi kabul edip baş üstüne koyuyor, yenilik için tutuşmuyor ve hatta nadasa bırakılmış toprak misali dinleniyorum. Bu yıl yetiştirecek ne başağım var ne yabani otum. Gelip geçen haşarata da mesken olamam ve belli ki kuş ötüşleri de beni uyandıramaz.  Yasın evreleri var, inkarı da öfkeyi geçtim gittim. Biraz depresyon zamanında tıkandım şimdi yavaştan onu da uğurluyor gibiyim. Öğrenmeye, heybemi doldurmaya ama bilhassa "durmaya" meylettiğim bu günlerde o inatçı hırsım da beni bıraktı. Burnum düştü, bence burnum da dinleniyor.  Aslında bu bir mağlubiyet ol

İlk Evime Kirli Bir Apart Koltuğunda Yazılan Veda Mektubu

Çilingir yolu gözlerken bilgisayarımın şarjı olduğunu hatırlıyorum. Sevdiğim güzel filmlerdeki güzel betimlemeler Şırnak için fazla belki ama benim ilk evim için değer. Hep içimde mağlubiyet hissi var, zafer varsa bile ortada şuan şu vakit ben göremiyorum.  Her zaman her yerde anahtarımı, cüzdanımı ve bazen de abartarak çantamı unuturum. Genelde de ya evin kapısının önünde ya da yolda aklıma gelir. Ani panik, yüzü aşina çilingir, kedimin kapı açılana kadar dramatize miyavlama sesleri, yeni anahtar takımı... İşte bir devir böyle açılabilecek kapıların anahtarlarını kaybederek geçti. Ben son defa eşyalarımı toplamak için döndüm, bir daha bu evin anahtarlarını bir yerlerde unutamayacağım.  Kapı açılır açılmaz eşyalarımı koridor bile denilemeyecek girişe yığacağım. Kapının hemen arkasında çiviyle tutturduğum bir askılık, altında Mercimek Hanım'ın kumu. Yerde her zaman ayağa batan, agresif kedi kumu taneleri. Hemen sağda salonum ve mutfağım var. Mutfak bir anne kahverengisi, tezgah bir

Akla Çok Düşünmeler Sonucu Bir Anda Düşen ve Muhtemelen Hızla Unutulacak Pek Ciddi (!) Farkındalıklar

Başlığı tutabileceğim kadar uzun upuzun tuttuktan sonra metni de bir o kadar kısa tutma niyetindeyim ama aşağıda da yazacağım üzere insanların niyeti her zaman sürtünme kuvvetine yenilmeye mahkum. Yine de en özet haliyle bu dönem başlık kadar uzun upuzun yürüyüşlere çıktım, geceleri hindi gibi uzaklara daldım ve işte bu düşünmeler sonucunda bir yere yine varamadım. Ama tabii yazmasam olmuyor.  İnsan sadece kendine nefretinden kurbanlar seçebilir ve bu nefreti çevresindekilere kanalize ederek bir başkasını yıkmak için delicesine ısrarcı olabilir.  Buna hiç inanmazdım, sevmediği ve sevilmediği zamanlar bile insanlar yoluna gider diye düşünürdüm. Bu epey yanlış ve dünyanın gerçeklerinden bihaber bir yaklaşımmış. Gözümün önünde bazı şeyler oldu bu yıl, ben birilerinin sadece karşısındakini sevmediği ya da kıskandığı için veya o olamadığı için onun berbatlığını ispata çalışmaya ciddi bir mesai harcadığını öğrendim. İnsanları huzursuz ettiklerinde aldıkları keyfin kendi hayatlarında değerli

Yaz Hüznü

Evimde yalnızım. İnsan çokluk arasında olunca öfkeleniyor, tek kalınca da hüzünleniyor. Kendime ayırdığım vakitler arttıkça artıyor, olduğum kişi olmak istediğime yaklaşıyor. Peki gündüz çalışkanlığı ve sabrı neden gece olunca yerini iç çekişlerle göz dolmalarına bırakıyor? Bunun büyümekle ilgili olduğunu düşünmeye başladım, aslında yaş aldıkça gece uykularımızdan sabaha karşı uyanıp rüyayla gerçek arasında hayal kırıklıklarımızı uzaklardan seçebiliyoruz. Uykularım alkolsüz kalınca ya da upuzun yürüyüşlerden mahrum olunca kesik kesik. Parça parça. Suratım en son yirmilerinde şekil almıştı, otuza yaklaşırken yeniden değiştiğini fark ediyorum. Yüzümün kemikleri daha önde ve gözleri küçük. Sırtım, bacaklarım, saçlarım yaşıma yerleşmeye başlıyor. Saçlarımda beyazlar, kaşlarım arasında anne ve babamda olanın aynısı bir uzun çizgi beni yaşıyor olmanın hüznüne alıştırıyor. Ölmüyorum ve melankoli dışında gerçek bir acı çemberinden geçmiyorum. Bu tek başına, dünyada milyonlarca iyi ve kötü şey

Yelelerime Övgü

Her şeyin sonunda insan kendine sarılmaktan usanıyor. Öyle kırık döküğüm ki nerden toplamaya çalışsam diğer yandan ufalanıyor. Kırıntılarımı avuçlarımın içine alıp baktığım zaman görüyorum ki artık kalanı da istemiyorum. Ben birçok şeye yeniden karar verdiğim bir ay yaşıyorum. Parçalanmış gemilerimin hepsi batıyor, hoş batmazsa ben yakıyorum. Hepsinden uzakta, azade ve kurtulmuş, her şey suya karıştıkça ben daha çok ortaya çıkıyorum. Bu kibrim her defasında sonuç veriyor ve ben olası istifama yaklaştıkça parlıyorum.  Her şeyin şafağındayım, güneşi törenler ve kutlamalarla karşılayacağım. Kırıntılarımı nehirlere, denizlere, sulara bırakıyorum ve en sonunda aşındıkça aşınıyorum. Böyle pürüzsüzleşiyorum. Elimle yapıp kurduğum her şeyden ismimi silmek için sabırsızlanıyorum, dediğim gibi kalan gemilere ateşle koşuyorum.  Kaç enkazdan tek başıma sürünerek çıktım, sayamıyorum. Hiç orda kalmadım ama bunu biliyorum. Hep güzel çırpınırım ben, bu defa çırpınmaktan ziyade akmayla ilgileniyorum. B

Yeğenler Büyür, Teyzeler Büyümüş Taklidi Yapmak Zorunda Kalır

Bu ara düşündüğüm çok şey var, tilkilerimin kuyrukları birbirlerine dolanıp duruyor. Birkaç saat sonra tüm bebekliğini ve çocukluğunu bildiğim yeğenim beni erkek arkadaşıyla tanıştıracak.  Bu defa da gençliğini öğrenmeye başlayacağım. Bu yüzden şuan bir kahve köşesinde oturmuş olgun bir tavır takınıp inceden de tehditvari bir tarz oturtmayı nasıl becereceğimi kurguluyorum. Benden beklenen şey bu, benim istediğimse onlara birbirleri içinde kaybolmalarını, her şey bittiğinde kendilerinden geriye bir şey kalmayana kadar karışmalarını öğütlemek. Hayır, bu mümkün değil. Hem sevdiklerimin hem de kendimin hayatını acımasız bir mantık örtüsüyle sarıp birbirlerine değmeden ve batmadan var etmeye çalışmalıyım. Suyun şeklini alamayacak kadar katı ve yabanız, bir kez daha akmak ve şüphe duymaktan azade yalnız kendi taşlaşmış ruhumuza saygı duruşunda bulunmalıyız. Elazığ'da betimlemelerim şairane, yaşım da hiç yol almıyor.  Ben de yeğenim gibi Elazığ'da hep aşık olacak gibi hissediyorum, be

Market Alışverişi Gelinceye Kadar Durum Güncellemesi

Mart ayından bir pazar akşam üstü, dışarda bir başlayıp bir duran aklı karışık bir yağmur var. Kedim perdenin arkasından kuş sesini merakla dinliyor, ben aylardır silip süpürmediğim evimi dün temizledim diye tozdan hasta olmuş halde yutkunmayı normalleştirmeye çalışıyorum. Yanımda kayısılı bir bitki çayı var, kilo verme serüvenim sürdükçe alışveriş listesi kabarıyor ve ilk defa eve kitaptan çok kıyafet geliyor. Yine upuzun bir ilişki sonrası kendimi özlemişim. Kurtlar uzun kıtlıklardan sonraki ilk avlarında haddinden fazla hayvanı telef edip yemezlermiş. Ben kendime susamış bir kurt gibi hissediyorum, evde kendimle ve kurduğum hayatımla ilgilenmekten pek hoşnutum. Ardımda sürekli gidilmeyen buluşmaları ve anlamsız konuşmaları bırakıyorum, bol bol iletişim isteklerini telef edip güzel şarkılar dinliyorum. İlk defa yeni bir romantizm hayaliyle kafamı yastığa koymuyorum hatta böyle bir fikre öyle uzağım ki, bu beni neşelendiriyor. Hep böyle devam edebilirim hissi var içimde, eskiden böyle

Titrerim Mücrim Gibi Baktıkça İstikbalime

Tatillerde memlekete dönmek demek eski beni özlemek, garip bir nostalji duygusuna yenilmek ve hayallerimin ne olduğunu hatırlamaya çalışmak demek. Ya da kendime en yakın hissettiğim kişinin kitapçıda ayrı rafa şanslıysam aynı kitaba baktığım biri olması demek. Elazığ bu kadar duyguyu içinde barındıracak kadar değerli bir yer olmadı hiç ama beynim bir tür oyun oynama peşinde bu şubat. Burası oyun alanım, burada hiç gerçek bir işim olmadı. Hayallerim ve projelerim oldu. Burada melankolik halk türküleri değil yalnız ve yalnız rock dinleyebilirim. Lise arkadaşıma gittim dün, onun annesi öldü. Ben 28 yaşına girdim. Son üç yıldır bir kedim var. Bateri çalmaya başladım ve astım hastası oldum. Kısacası zamanların en iyisi ve en kötüsü. Tam şuanda evlenme kararı da alabilirim intihar da. Fakat ben ikisinin yerine Norveç edebiyatı ve sinemasına merak saldım. İskandinav sorunları orta doğudaki bir resim öğretmeni için oldukça dikkat çekici olabiliyor. Dün de kitapçı gezdim, ruhum enflasyona karş

Cambazın Gece On Bir Notu

Bir yaz tatili daha sonrası posam nerde suyum nerde kestiremiyorum. Boğulmakla çakılmak arası geçti gitti yaz. Bu hüzne yatkın mizacımın getirisi mi yoksa şaşmaz bir döngünün içinde sıradaki evreyi mi izliyorum? Sahi onca okuma nereye gitti, yine mi pratiğe dökemedim?  Bazı şeylerin çözümü, sadece ardında bırakmak olmalı. Çözmek bir yanılsama. Sadece rafa kaldırmak ya da üstünü örtmek, çözmek dedikleri şey. Ben bu yaz çözümlere inanmaktan vazgeçtim. Hep yanından yöresinden dolaşırdım bu fikrin, Şimdi ortasında duruyorum ve umutsuzluğum koyu bir bataklık misali beni sarıyor. Ne kolay susmam, ağlamam, pes etmem ve gitmeye koyulmam. Ben hep o ince tahammül ipinde bir cambaz olarak, düşmeye meylediyorum.  Önümde irili ufaklı yollar var, herkesin inandığı yalanlara inanmayı tutkuyla isteyerek o yolların her birine kendimi itekleyerek, hırpalayarak ben başladım. Şimdi ayaklarım yürümeye uzak, hoş zaten her uzvum diğerini yük görüyor. Kaç gün uyursam geçer, kaç meşgale daha uydursam beni unut

Çarkı Felek Kurabiyeleri, Çarkı Felek Süslemeleri, Çarkı Felek Hüznü

Bu yılın bir sembolü olsaydı o elbette çarkıfelek olurdu. Dönen, döndükçe etrafa hayaller saçan, saçtıkça daha alacalanan, alacalandıkça daha güçlenen ama hep bir şekilde aynı döngülere gebe olan. Bazen hayatımda yalnızca bir yıla sahibim gibi hissediyorum, o yıl, ay ay gün gün sekmeden kendini yeniliyor. Her sene aynı hevesler ve hüzünlerle baş ediyorum, her sene kaybettiklerim ve kazandıklarım birbirini sıfırlıyor. Ekimde yanlış kişiye âşık olma faslı, kasımda parasızlık, ocakta illa bir defa ine yemeli ağır grip, mart yeni hobiler, nisan en az bir defa keyifli bir pazar. Ama şimdi ağustostayız. Yazın, canımın suyunu sıkıp beni her daim yeni döneme yitik başlattığını sayarsak bu yıl bir derece ben dönderdim sayılır feleğin çarkını. Kendi küçük evimdeyim, minik yavrum sıcaktan banyoya sığınmış, belki şuan yalanıyor ya da rüyasında kuş tutuyor. Bilgisayarımın yanında kurabiyeler, demiş miydim yaz sonu ayrıca kurabiye ayı döngümün. Geçen seneninki ablamın Hatay kömbesiydi, bu defa annem

Ahmet Hasim'in Baktıgı Nehre Bakıyoruz

Bıçakçı bir kitabında bir yeri sevmemenin kendini çok sevmekle ilgili olduğunu yazmıştı. Bunun benim için geçerli olduğunu sanmıyorum. Cizre'yi sevmememin benimle alakası yok. O tek başına, kemikleri kırılmış; derisi yüzülmüş.* Bu nehrin karşısında bir videom var, geldiğim ilk zamanlar. O zaman Haşimle aynı nehre baktığımı bilmiyorum. Cizre'yi ne kadar beğendiğimi anlatıyorum gülerek, o tarihten yaklaşık bir yıl sonra yine aynı nehri gözlüyorum ve Haşim'in bu nehre baktığını öğreniyorum. Bu defa burayı hiç sevmediğimi geçiriyorum aklımdan.   Ben burada, yanımda ve karşımda olan, akan ve aktıkça gürleyen, kirli sularında azamet sakladığını düşünen yüzlerce suyun içinde ve dışında yürüdüğüm geceler yaşadım.  Şairane olmayan şeyler vardır, bence Dicle de onlardan biri. Ama bu kış kimle o nehrin kenarında yürüdüysek aynısını dedi. "Ahmet Haşim'in Baktığı Nehre Bakıyoruz." Sanki insanlar ve nehirler ağız birliği yapmış.  Orda görünen ama gerçekte orda olmayan şeyle